16 Nisan 2013 Salı

Bir Kaşık Hikayesi


Her gün gittiğim yer; yemekhane. Gitmediğim tek gün; izin günü.

Masa üstünden tabildot al, yemeklerin olduğu bölüme geç, omuz hizamda duran çatal haznesinden çatal, kaşık haznesinden kaşık al.

Ve nedense her elimi hazneye atışımda karşıma çıkan o kaşık. Tatlı kaşığından az büyük, çorba kaşığından az küçük. Çok daha hafif. Hafif olması yapıldığı malzemeden kaynaklanıyor olmalıydı.

Çok mu sevmişti de beni, onca arkadaşımdan saklayıp kendini, bırakıvermişti ellerime?

Neden her elimi çatalların olduğu yere atışımda, o kaşığa rastlıyordum?  Bir kez değil, beş kez değil, istisnasız her on gidişimin dokuzunda elime gelen ilk kaşık oydu. Neden bu benim başıma geliyordu?

Doğrusunu isterseniz, hiç düşünmedim bu durumu. Elime geldiğinde, hemen bırakıp diğer kaşık gibi kaşığı alıyordum.

Bir gün, ama öyle birkaç gün sonra değil, muhtemelen en az 6 ay sonra, yine o kaşığı bıraktıktan sonra, aydınlanıvermiştim. Hem de biranda.

Nedenini bulmuştum. En azından bana çok mantıklı gelmişti.

Aslında o kaşığın bana denk gelmesinin sebebi ne rastlantıydı, ne de benim kötü talihim. Düşününce bir tek benim başıma da gelmiyordu. Evet, benden önce yemekhaneye gitmiş arkadaşlarımın da başına geliyordu. Rahatlamıştım, en azından yalnız değildim ve talih bir tek bana kötülük etmiyordu.

Nedeni alışkanlıklardı. Farkına varmadığımız alışkanlıklarımız. Yemekhaneye ilk gidenlerden olmak istemiyordum. Çünkü bu sırada beklemek demekti. Beklemeyi sevmiyordum, en azından yemek için. Ve bu tutumum o kaşığın bana rast gelme olasılığını iki nedenden ötürü arttırıyordu. İlki, haznede kaşık azalıyordu, ikincisi ben o kaşığı nasıl alıp, nasıl bırakıyorsam, onlarda aynı şekilde alıp, aynı şekilde bırakıyorlardı. Elimizi kaşık haznesinin ortasına sokuyorduk ve avuç içimizin kısmına yakın yerden kaşığı alıyorduk. O kaşık elimize geldiğinde ise, haznenin ortasına bırakıyorduk.  

Saat 12:00 de, yemek saatinin başladığı anlarda, elime gelme olasılığı az olan bölgede bile olsa, yemekhaneye geç gitmemden dolayı, o kaşık bir süre sonra, kaşık alıp bırakma alışkanlığımız nedeniyle orta kısma doğru yol alıyordu. Benden önce de birkaç kişinin elinden geçip, beni bekliyordu.

Yani başta söylediğim gibi beni sevdiği için değil, öyle olması gerektiği için oluyordu. Duygusal bir durum yoktu, her yanı metal olan bir şeyden bunu ummak garipti zaten.

Üzülmemem lazımdı, bu olayda görmem gereken şeyler olmalıydı.

Bazen kötü talihlere kendimiz sebep oluyorduk. Neden bu başıma geldi diye soruyorsak, bu alışkanlıklarımızın farkına varamadığımız içindi. O kadar kör, sağır oluyorduk ki, bu alışkanlıklar sanki nefes alıp vermek gibi bir şeydi. Sorgulanmalarına gerek yoktu ve bu yüzden beynimiz bu durumu yok sayıyordu. Her şey aslında neden sonuç ilişkisi içinde cereyan ediyordu.

Tüm bunların farkına vardığımda, kaşık kaderim olmaktan çıkmış, yönettiğim bir şeye dönüşmüştü. Yine geç gidiyordum, bu alışkanlığımı değiştirmedim. Sadece kaşığı haznenin ortasından almıyordum. Kenarlardan seçiyordum.  Ve o kaşık bana gelmiyordu.

Sonra aklıma bir şey daha geldi, gülümsedim. Bunca zaman neden o kaşıktan kurtulma yolunu seçmemiştim? Hadi ben seçmedim, ya arkadaşlarım? Bu hikaye roman olurdu.