4 Şubat 2018 Pazar

2 + 2 = 5

2 + 2 = 5 ' in OLDUĞU DURUMLAR

Neden anlaşamıyoruz? Hani ekranlarda tartışma programlarında koca koca insanlar bir konu üzerinde tartışırlar ya, hatta programın sonunda da ortak bir zeminde buluşamazlar. Peki neden böyle olmak durumunda.

Bilim eğer medyadaki tartışmalar tadında yol almaya kalksaydı muhtemelen hiç bir yol katedemezdi. Hoş ilerleme olmayınca icatlar da olmaz ne televizyonlarda bu tartışmaları izlemek durumu olurdu, ne de beni okuyabilirdiniz.

Bilim bu durumlarda bir şablon öneriyor esasında.
Bir teori ortaya konulacaksa, teorinin dayandığı aksiyomları açıkça ortaya koyarlar.

Aksiyom basitçe kendiliğinden apaçık olan ve bu nedenle kanıtlanmaya ihtiyacı olmayan önermelerdir. Bu tanım için verilen bir örnek;

" Bir eşitliğe eşit şeyler eklenince veya çıkarılınca eşitlik bozulmaz.”

Şimdi tartışmalı bir konuda insanlar fikirlerini ortaya koymadan önce, bu fikirlerin aksiyomlarını ortaya koysa, ortak zeminde buluşmak hususunda güzel bir adım atılmış olmaz mıydı?

Bu yolu takip etmek bile, fikir sahibinin oluşturacağı teoriyi daha güçlü yapacaktır. Ya da fikri yanlışsa bu aksiyomlar sayesinde farkedecek ve belki de daha doğru bir fikrin temelini atabilecektir.  Fikrini tartışmaya açtığında karşı görüştekiler fikri redetme yerine ya ortaya koyulan aksiyomların yanlışlığını ispat etmeye çalışacaklar ya da aksiyomların ortaya konan fikri desteklemediğini ispat etmeye çalışacaklar. Elbette kendi aksiyomlarını ortaya koyarak.

Ama sizin ortaya koyduğunuz aksiyomları çürütülemiyor ise fikrinizi kabul etme durumunda kalacaklardır. En azından size fikriniz yanlış diyemeyeceklerdir rahatça.

Elbette bazı durumlarda ortak bir zeminde buluşma her zaman mümkün değildir.  Herkesin kendi değer yargıları üzerinden bakacağı, bu durumdan bir çıkarı olduğu durumlarda orta bir zeminde buluşmak mümkün olmayabilir. Fakat bu aşamada bu değer yargıları ortaya konulduğunda apaçık bir biçimde tartışmadan düzgün bir sonuç çıkarılabilir. Örnek, Fenerbahçeli olmasaydım o takım için büyüktür diyebilirdim gibi.

Açık olalım. Önce taraf olduğumuz noktaları, değer yargılarımızı açıklayalım. Fikrimizle birlikte aksiyomlarımızı ortaya koyalım. Doğru kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

2 + 2 = 5 herzaman yanlıştır. Ama denklemi şu şekilde açıklarsak eşitliğin solunda esasında bir rakam daha vardır değeri temsil eden. Konu matematik tadında bir problem ise değer herzaman sıfır değerini alır. Yani 2 + 2 + 0 = 4 olur. Ama bunun dışında bir durumlarda değerinizin karşılığını apaçık ortaya koyduğunuzda onun da karşılığı 1 ise, 2 + 2 + 1 = 5 olacaktır.

Hani 2+2 her zaman dört etmez durumu geçerli bir önermedir. Yeter ki denklemimize bir değer eklememiz gerektiğini apaçık ortaya koyalım. O zaman kimse sizin sonucunuza (fikrinize) karşı çıkamaz.





9 Kasım 2017 Perşembe

FAİZ Mİ ENFLASYONU ARTTIRIR, YOKSA ENFLASYON MU FAİZİ ARTTIRIR?

YÜKSEK FAİZ NEDEN Mİ, SONUÇ MU?

Ara ara alevlenen bir soru oldu bu değil mi? Ben yapı gereği hep orta yolu bulmaya çalışırım. Bu konuda orta yolu , televizyonda sabah kuşağında yayınlanan bir sağlık programında buldum.

Doktor kısaca diyordu ki " Halkımız uyku apnesine şişmanlığın yol açtığını düşünür, ama aslında uyku apnesi şişmanlığa yol açar. Elbette şişmanlaştıktan sonra bu durum uyku apnesini daha kötü etkiler. Artık uyku apnesiyle mücadelede şişmanlıkla da savaşmak gerekir, her ne kadar bu hastalık şişmanlığa sebebiyet vermese de." 

Kısaca, üç aşağı beş yukarı, tamı tamamına bu cümlelerle olmasa da anlatılan buydu programda.

Benzerlik yok mu, ne dersiniz konu başlığıyla? Tarafları da bir araya getirebilecek bir örnek olarak gözüküyor. Tabi iki taraf hangisinin enflasyona hangisinin faize karşılık geleceğini kendine göre tanımlayacaktır. Uyku apnesine hastalık diyecek olursak;

       1-Yüksek faiz şişmanlıktır, enflasyon hastalık
       2-Enflasyon şişmanlıktır, yüksek faiz hastalık.

Yani yüksek faizi hastalık olarak görenlerle, enflasyonu hastalık olarak görenlere dönüşecektir tartışma.

Ama bir kısır döngüden de kurtarmıyor mu bizi? Ondan mı, bundan mı yerine o mu hastalık bu mu hastalık tartışmasına dönebilir. Sonuçta her iki tarafta her ikisininde hastalık olduğu fikrinde birleşip, ortak mücadele içerisine girebilirler.

Benim için güzel tarafı, uyku apnesi açıklamasından şöyle bir şablon çıkardım kendimce; sorunun sebebi olmayan ama sorunu azdıran bir hastalık. Hastalık diyorum, daha güzel bir tarif bulamadığım için. Sizlerin fikirlerine açığım.

Bu şablonu güzel amaçlar için kullanabiliriz amacımıza uygun hastalıkları bulabilirsek.

Sizin verebileceğiniz bu şablona uygun/yakın örnekleriniz var mı?



      

16 Nisan 2013 Salı

Bir Kaşık Hikayesi


Her gün gittiğim yer; yemekhane. Gitmediğim tek gün; izin günü.

Masa üstünden tabildot al, yemeklerin olduğu bölüme geç, omuz hizamda duran çatal haznesinden çatal, kaşık haznesinden kaşık al.

Ve nedense her elimi hazneye atışımda karşıma çıkan o kaşık. Tatlı kaşığından az büyük, çorba kaşığından az küçük. Çok daha hafif. Hafif olması yapıldığı malzemeden kaynaklanıyor olmalıydı.

Çok mu sevmişti de beni, onca arkadaşımdan saklayıp kendini, bırakıvermişti ellerime?

Neden her elimi çatalların olduğu yere atışımda, o kaşığa rastlıyordum?  Bir kez değil, beş kez değil, istisnasız her on gidişimin dokuzunda elime gelen ilk kaşık oydu. Neden bu benim başıma geliyordu?

Doğrusunu isterseniz, hiç düşünmedim bu durumu. Elime geldiğinde, hemen bırakıp diğer kaşık gibi kaşığı alıyordum.

Bir gün, ama öyle birkaç gün sonra değil, muhtemelen en az 6 ay sonra, yine o kaşığı bıraktıktan sonra, aydınlanıvermiştim. Hem de biranda.

Nedenini bulmuştum. En azından bana çok mantıklı gelmişti.

Aslında o kaşığın bana denk gelmesinin sebebi ne rastlantıydı, ne de benim kötü talihim. Düşününce bir tek benim başıma da gelmiyordu. Evet, benden önce yemekhaneye gitmiş arkadaşlarımın da başına geliyordu. Rahatlamıştım, en azından yalnız değildim ve talih bir tek bana kötülük etmiyordu.

Nedeni alışkanlıklardı. Farkına varmadığımız alışkanlıklarımız. Yemekhaneye ilk gidenlerden olmak istemiyordum. Çünkü bu sırada beklemek demekti. Beklemeyi sevmiyordum, en azından yemek için. Ve bu tutumum o kaşığın bana rast gelme olasılığını iki nedenden ötürü arttırıyordu. İlki, haznede kaşık azalıyordu, ikincisi ben o kaşığı nasıl alıp, nasıl bırakıyorsam, onlarda aynı şekilde alıp, aynı şekilde bırakıyorlardı. Elimizi kaşık haznesinin ortasına sokuyorduk ve avuç içimizin kısmına yakın yerden kaşığı alıyorduk. O kaşık elimize geldiğinde ise, haznenin ortasına bırakıyorduk.  

Saat 12:00 de, yemek saatinin başladığı anlarda, elime gelme olasılığı az olan bölgede bile olsa, yemekhaneye geç gitmemden dolayı, o kaşık bir süre sonra, kaşık alıp bırakma alışkanlığımız nedeniyle orta kısma doğru yol alıyordu. Benden önce de birkaç kişinin elinden geçip, beni bekliyordu.

Yani başta söylediğim gibi beni sevdiği için değil, öyle olması gerektiği için oluyordu. Duygusal bir durum yoktu, her yanı metal olan bir şeyden bunu ummak garipti zaten.

Üzülmemem lazımdı, bu olayda görmem gereken şeyler olmalıydı.

Bazen kötü talihlere kendimiz sebep oluyorduk. Neden bu başıma geldi diye soruyorsak, bu alışkanlıklarımızın farkına varamadığımız içindi. O kadar kör, sağır oluyorduk ki, bu alışkanlıklar sanki nefes alıp vermek gibi bir şeydi. Sorgulanmalarına gerek yoktu ve bu yüzden beynimiz bu durumu yok sayıyordu. Her şey aslında neden sonuç ilişkisi içinde cereyan ediyordu.

Tüm bunların farkına vardığımda, kaşık kaderim olmaktan çıkmış, yönettiğim bir şeye dönüşmüştü. Yine geç gidiyordum, bu alışkanlığımı değiştirmedim. Sadece kaşığı haznenin ortasından almıyordum. Kenarlardan seçiyordum.  Ve o kaşık bana gelmiyordu.

Sonra aklıma bir şey daha geldi, gülümsedim. Bunca zaman neden o kaşıktan kurtulma yolunu seçmemiştim? Hadi ben seçmedim, ya arkadaşlarım? Bu hikaye roman olurdu.